Önce ekmekler bozuldu sonra sırasıyla her şey...

1960'lı nesil naif çocuklardı bizim nesil, büyüyünce de nasıl yetiştirilmişsek öyle kaldık, terbiyeli, saygılı, dürüst, tutumlu.

Bitince kıyamazdık atmaya ne kitabı ne ayraç yerine kullandığımız kuru gülümüzü. Defterimizi bile süslerdik yukarıdan aşağıya renk renk kuru boyalarla, tıpkı yüreğimiz gibi.

Güzel bir nesildik, yere düşen ekmeği bile alıp yüksek bir yere, bir duvar bulur koyardık, kuşlar yesin ayak basmasın diye. Güzel çocuklardık biz, utanç nedir bilirdik, pişkinlik yapanın adı çıkardı arsıza, kurnazlık yapanın adı çıkardı yüzsüze. Saçımız ve giyim kuşamımızda bile bir tertip, bir düzen vardı.

Güzel çocuklardık biz, aklımız gökkuşağı gibi renkli, yüreklerimiz lekesiz, yaşayış tarzımız hayata insanlara bakışımız güzeldi…

Güzel bir nesil olarak yetişip, vatanını seven halkını seven sorumluluk hissi olan, soran, sorgulayan, araştıran çocuklardır. Kötü bir zamana denk gelmiş, üzgün bir nesiliz şimdi biz. 

İyi zamanlar yaşanmalı, kötü zamanlarda insan yazmalı diyorlar. 

Bizim nesil  yani bizler 12 Eylül 1980 sonrası soran, sorgulayan nesile son verildi. Sorumsuz, ilgisiz, bencil kendisinden başkasını düşünmeyen çevreyi ve temizliğe önem vermeyen bir nesil yetişti. Şimdi onlar kırklı yaşlarında onların çocukları da onlara bakarak yetişti.

Pikniğe gidiyorsun ormanı yakıyorsun, sahile gidiyorsun çöpünü orada bırakıyorsun, adını duyduğun her kumsala, her tatil beldesine, her köye, her parka gidiyorsun çocuğunun altını değiştirdiğin bezini oraya atıyorsun.

İçtiğin rakının, biranın, şarabın şişesini arkandan kim toplayacak sanıyorsun! Yetmiyor pet şişeye işiyor sidikli çöpünü de gelişi güzel bırakıyorsun.Nereye gitsek senin izini görüyoruz. Her dağ başında, her deniz kıyısında, her doğal parkta, her doğal güzellikte. Dünyanın en güzel en özel, en eski tarihi eserlerine sahip olsak da ne fayda, sen en mahrem mağaraların duvarlarına o saçma sapan adını veya saçma söylemlerini yazıyorsun. Üstüne başına bakınca insana benziyorsun ama ne yazık ki olamıyorsun.

Çocukların karınca yuvalarını bozuyor, bön bön bakıyorsun, sokak köpeklerini taşlıyor sırıtıyorsun, kedinin yavrularını alıp ölümüne sebep oluyor iyi bir şey yapıyor sanıyorsun, kuşların yuvalarını dağıtıyor kıs kıs gülüyorsun, doğal yaşam parklarında soyları tükenmek üzere olan her canlıyı avlıyorsun, bir de fotoğraf çektiriyorsun. Sonra bunları sosyal medya da paylaşıyorsun, buralardan bakılınca pek sosyal, pek afilli, pek modern, pek bilmem ne görünüyorum sanıyorsun.

Kendinden başka hiç bir şeyi düşünmüyorsun, yaşadığın gezegenin ve hatta oturduğun sokağın bile farkına varamıyorsun.

Hatta kimi zaman kitap okuyormuş gibi bile yapıyorsun. Oysa sen ne okuduğunu anlayacak zekaya sahipsin, ne de dünyayı görecek gözlere.

Keşke hiç doğmamış olsan. Sensiz ne mutlu olurdu bu dünya. Deprem, yangın, sel, göç dalgası seni hiç mi hiç ilgilendirmiyor, sen kendinden başkasını iplemiyorsun. Talibanın önünden karısını, çocuklarını, anasını, atasını bırakıp kaçan Afganistan askeri gibisin. Doğa düşmanısın, hayvan, bitki, orman düşmanısın. Sen böylesinde büyüklerin farklı mı?

Bodrum harıl harıl yanarken Ebru Gündeş yangının önündeki sahne de ‘yakarım Roma’yı bilirsin’ şarkısını avazı çıktığınca bağırarak söylüyordu.

Birde Emel Sayın Kastamonu’ da ‘ yağdır mevlam su’yu söylese tam size yakışır bir mizansen olurdu. Neler oluyor bize ? Biz güzel naif bir nesilken ne ara bu hale geldik?

Değerli yazar Oktay Akbal’ın dediği gibi : ‘ Önce ekmekler bozuldu sonra sırasıyla her şey’

Herkese iyi hafta sonları...