Dış güçler....
Bugünlerde, devlet büyüklerimiz ve özellikle de sayın Cumhurbaşkanımız son zamanlarda başka ülkelerden örnekler veriyor. Oralarda hayat pahalılığının bizden çok yüksek olduğunu, insanların akaryakıt bulamadıklarını söylüyor. Bizde de 1970 li yıllarda yaşanan kuyruklara göndermeler yapıyor. Aynı paylaşımlar doğal olarak il ve ilçelerdeki partililer tarafından da aynen tekrarlanıyor. Bu arada ben de sosyal medyada bir paylaşım gördüm ve doğrusu orada ifade edilenleri de son derece gerçekçi buldum.
Bir vatandaşımız yazmış:
“Avrupalı emekli bir maaşıyla gelip bizde üç ay tatil yaparken bizim emeklimiz pazarda bedava tuvalet arıyor…”
Bazılarımıza tebessüm ettiren bu tespite hayır demek mümkün mü?
Geçmişte o günleri bizzat yaşayan ben kuyruktan kuyruğa koşardık. Elbette yağ kuyrukları, gaz kuyrukları, tüp kuyrukları yaşanmıştı. Ama bu durumu yargılamadan o günlerin şartlarını tekrar düşünmemiz gerekir. Kıbrıs’ın bir oldu biti ile Yunanistan’a bağlanmasına izin vermeyen Türkiye Cumhuriyeti o devamlı sözü edilen dış güçlerin, Yani ABD, İngiltere ve işbirlikçilerinin itirazlarına rağmen müdahale edip soydaşlarımızın soykırıma uğramasına ve Kıbrıs’ın bir Yunan adası olmasına engel olunca bir ambargo ile karşı karşıya kalmıştı. Ayrıca, geçmişte bu ülkenin rafinerileri, şeker fabrikaları başta olmak üzere fabrikalarını, turistik kentlerdeki çok değerli arazilerini, hatta bazı limanlarını satmak kimsenin aklına gelmemişti. Her türlü sıkıntıya, hatta doksan sente muhtaç olunmasına rağmen devletin mülkü devlette kalmıştı.
Bu nedenle de o gün ülkeyi yönetenler “benzin vardı da ben mi içtim” diyebilmiştir. Biz o zaman yokluğu da paylaşmıştık. Şimdi ne yokluğu paylaşabiliyoruz, ne de varlığı. Bir tarafta birkaç yerden maaş alıp akıllara zarar gelirler elde eden bürokratlar, diğer taraftan çöp karıştıranlar…
İfade edilen rakamlar inanılır gibi değil. Zaten bu rakamların uçukluğunu onlar da kabul ettikleri için alan da veren de ilk önce inkar yoluna gidiyorlar.
“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diye buyuran bir peygamberin ümmeti olmamıza rağmen eğer ülkemizde hak ve adalet duygusu , paylaşma erdemi yoksa ya peygamberin ümmeti olmaktan vazgeçildi, ya da gözler ve kulaklar tıkanınca görülmeyen ve duyulmayan gerçekler yok sayılıyor. Aslında onlar, yani bu ballı kazançları elde edenler de bizi kendilerinden saymıyorlar. Onlara göre biz ancak soyulup soğana çevrilecek bir gurubuz. Varlık nedenimiz onların refahı. Zaten içlerinden bunu milletimize karşı “bu milletin a….” diyerek küfürlü ifadelerle ortaya koyanlar olmadımı.
Bazen susmak mı gerekiyor diye de düşünmeden edemiyorum.
Bir süredir çeşitli iş kollarındaki esnaf ve zanaatkarlarla sohbetler ediyorum. Konuşulanlar beni endişelendiriyor. Bazı iş kollarında üretimi sürdürmek için gerekli malzeme, yani hammadde temininde sıkıntılar yaşandığı söyleniyor. Eğer esnaf ve zanaatkar elinin parasıyla malzeme bulmakta sıkıntı yaşıyorsa bu durum hepimizi kaygılandırmalıdır. Galiba stokçular gene iş başında. Geçen sene soğanda ve patateste yaptıkları oyunları şimdi yağda, unda ve şeker gibi ürünlerde tekrarlamak istiyorlar. Bakınız, devletimiz böyle durumlarda hemen ihracat silahını kullanırdı. Ama geçmişte işe yaramamıştı. Karkas et bile ithal ettik de et fiyatlarını düşüremedik. Doğru olan, üretimi arttırıp stokçuluğu engelleyecek, karaborsaya göz açtırmayacak bir sistemi oturtabilmektir.
Ah o diş güçler ah...