1961 yılı yapımı ‘Tenten’ isimli filmin İstanbul’da çekilen bir bölümünü internetten izliyordum:
‘Gemlik’ isimli bir gemimizi gösterdi...Bunun ben de çok önemli bir anısı var...
Çok yıllar önce Denizcilik Genel Müdürlüğü, daha doğrusu Ulaştırma
Bakanlığı önemli bir karar aldı;
‘Gemlik’ isimli yolcu gemimiz, Marmaris ile Rodos arasında tarifeli
seferlerine başlayacaktı.
Ben de ‘Bölge Haberler Sorumlusu’ olduğum için konu ile ilgilendim.
Çok ama çok önemli bir karardı bu...
Karar bazı çıkar çevrelerince olumlu karşılanmamıştı.
Çünkü gerek Yunan tarafında, gerekse bizim tarafımızda bu işten yani
deniz taşımacılığından fahiş para kazananlar anlaşmışlar, ‘Ekmeğimiz
elden gidiyor!’ diyerek anti propagandaya el altından başlamışlardı.
Bizimkiler, yani Marmarisliler bu tuzağa düşmediler.
Ama karşı taraf, yani Yunanlılar özellikle Kıbrıslı Rumları da yanlarına
çektiler.
Bizim gemimizi Mandraki Limanına, Rodos’a sokmayacaklardı.
Bunu belirler belirlemez ‘haberci’ yani ‘gazeteci’ olarak, bu istihbaratımı
üst yönetim Aydın Bilgin’e ileterek, Marmaris’e gittim.
‘Gemlik’ gemisine ‘kaçak’ olarak binecektim...
Ama buna Muğla Valisi Çetin Birmek ‘olmaz!’ dedi...
*-
Bu arada benzer olayı Ayvalık’ta da yaşamış, rakip gazetedeki
arkadaşlarımın ihbarı üzerine halatların arasında saklanırken yakalanıp
dışarı çıkartılmıştım.
Bir gün bunu da, gelişmeleri de anlatırım.
Tam köşe kapmaca gibiydi bu yaşadıklarım, gece yarısı, sabaha karşı...
O zaman Yunanlılar bizim balıkçılarımızı silah zoruyla kaçırmış, Midilli’de
hapse atmışlar, uzun müzakereler sonucu onları alacak, bizim elimizde
olanları karşılığında teslim edecektik...
Şimdi yine Marmaris’e döneyim:
*-
Muğla Valisi Çetin Birmek, ‘Seni yakalarlarsa, casus diye zindana atarlar,
ya da başına başka şeyler gelir, biz de bir şey yapamayız’ diyerek,
‘geçici’ pasaport verdirdi.
Bu ‘günlük’ pasaport yenileme bir ay kadar sürdü...
Her gün Gemlik Gemisi ile Rodos’a tek başıma gidiyor, geri dönüyor ve
pasaportu teslim edip yenisini alıyordum.
Ve o devirde, kim olursa olsun, her Türk vatandaşı yurt dışına iki yılda bir
ve bir kez çıkabiliyor, kendisine de en fazla 200 dolar döviz veriliyordu.
Yani 20 cente muhtaç olduğumuz günler...
*-
İlk seferde, Sabit Süvari (Birinci kaptan) yönetimindeki Gemimiz çizilen
rota ile Rodos’a iki saate yakın bir sürede yaklaşırken, ben ‘onlarca’, siz
‘yüzlerce’ deyin, tekneler bizi karşıladı...
Yelkenlilerden tutun da sür’at motorlarına, gezi yatlarına kadar hepsi
vardı...
Sörfçüler bile...
Ellerinde Yunan Bayrakları önümüzü kesmeye çalışıyorlar, laf atıyorlar,
beden dillerine de el, ayak ve başka uzuvları ile konuşturuyorlardı.
Biz yavaş yavaş yolumuza devam ettik...
Bu kez gemimize çıkmaya da çalıştılar.
Tabii ki bizim leventler, gemicilerimiz onları denize döktüler...
Bu arada limana ait resmi bir bot geldi...
Onları gemiye aldık...
‘Geri dönün, limanda binlerce kişi protesto için bekliyor, sizin emniyetinizi
sağlayamayız’ dediler...
Tabii bu arada çevremizi saran teknelerden taş ve yaralayıcı maddeleri
de atıyorlar, gemideki yerli ve yabancı turistler yerlere kapanmış, korku
ve heyecan içerisinde bekliyorlardı....
Ben de sürekli fotoğraf çekiyordum...
*-
Sabit Kaptan İstanbul’la genel müdürlükle telsizle görüşüyor, gelişmeleri
anlatıyordu...
Genel Müdürlük de Ankara ile Bakanlıkla yaptıkları görüşmeleri bize
iletiyordu...
Yunanlılar ‘Geri dönün’ derken, Ankara’dan gelen talimat şu idi:
‘Gemlik gemimizin ve yolcuların güvenliğinden Yunan makamları
sorumludur.
Gemimiz uluslararası kurallar gereği seferini tamamlayacaktır.
Biz uluslararası kurallara uyuyorsak, onlar da uyacak!’
Özetin özeti buydu...
Yunanlılar da Atina ile görüşüyor, talimat alıyorlardı.
Bodrum’da Kardak kayalıklarındaki ‘bayrak’ olaylarını yakın zamanda
olduğu için hatırlayan çoktur...
Bu Rodos seyahati de belki de ‘Türk – Yunan savaşını çıkaracak’ boyutta
idi...
Kıbrıs’ta nasıl garantör devlet olarak haklı isek, Rodos’ta da Gemlik
gemimiz uluslararası denizcilik kurullarına göre bizi haklı görüyordu.
‘Ölmek var, dönmek yoktu!’
Gelen talimatlar böyle idi...
Bizim belki de bir avantajımız, geminin bu ilk seferinde gerek günü
birliğine, gerekse transit olarak başka yerlere geçecek çoluk çocuk çok
sayıda yabanı (Alman, Fransız, İngiliz hatta Yunanlı) turistler vardı...
Onların yaşadıkları travmayı anlatamam...
*-
Sonuçta biz limana saatler sonra yanaştık...
Gecikmeli olarak geri döndük...
Her gün bir ay, yolcu olarak sadece bir ben vardım...
Tabii ki bizim resmi istihbaratçılarımız ya da görevlilerimiz...
Rodos’taki rum acentemiz bir bilet bile satmadı, sattırılmadı...
Daha sonra gemimizin limanda kaldığı süre içinde karaya çıktım....
Tabii ki arkamda iki Yunanlı sivil istihbaratçı ve uzaktan takip eden resmi
görevlileriyle birlikte...
Daha sonra bunlarla neredeyse akraba olacaktım...
Onlar beni görüntülüyor ben de onları...
Ama ben bunları yine de atlattım..
İstediğim resimleri de çektim, haberleri de yaptım...
Başka istenenleri de...
Arada anlatıyorum, anlatırım da....
Burada ‘istihbaratın’ önemine değindim...
Her şey rüya gibi geldi, geçti...
Her gün yeni bir pasaportla 200 dolar aldığım Gazi Bulvarı üzerindeki
Halkbank şubesinde başıma gelenleri, yaşadıklarımı da anlatmıştım, yine
anlatırım...
Yine şu anda aklıma geldi....
Benzer bir olayı daha sonraki yıllarda Eyüp PTT’sinde yaşamıştım...
Herkes telefon etmek için saatlerce beklerken, ben PTT içindeki
kulübeye giriyor bir telefon çeviriyor ve İzmir ile görüşüyor, haber
geçiyordum...
Bir memurun dikkatine çekmiş...
Polise ihbarda bulunmuş....
Sonuçta benim yabancı ve memurun iddia ettiği gibi ‘casus olmadığım’
gazeteye haber yetiştirdiğim anlaşılmıştı...
Ama sistemi daha sonra anlatırım...
Bu nasıl oluyordu?
YORUMLAR